Quantcast
Channel: Oytunla Hayat
Viewing all articles
Browse latest Browse all 837

Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun / Hatice Meryem

$
0
0


Kitap alışverişlerimde ya tavsiye ile gidiyorum ya da kitap sitelerinde gezinirken ismi, kapağı dikkatimi çeken kitapları alışveriş listeme ekliyiveriyorum.
Aslında alışverişlerimi kitapçıdan yapmaya bayılırım eskiden beri... Dokunarak, bir kaç satır okuyarak, evirip çevirerek seçmeye bayılıyorum kitapları... Ama bir de bu durumun ekonomik boyutu var ki, beni bu durumdan alıkoyuyor...
Mesela bu kitap; internetten 8,40 gibi bir rakama almama rağmen, buradaki kitapçılarda 13-15 aralığında... Çok sık kitap aldığım düşünülürse, hemen her alışverişte bir kitabımı ücretsiz alıyor gibi oluyorum...  Her ne kadar durum böyle olsa da vicdan yapıyorum güzel kitapçılarıma destek olamadığım için :/ Ivır/zıvır alışverişlerim için de onlara yöneliyorum bu sefer...



Bu kitap benim (sanırım) isminden dolayı listeme eklediklerimden... Kapağı da çok hoşuma gitmişti ama.. Onu iyi hatırlıyorum. Uzun uzun incelemiştim çünkü...

Bu resmin orjinal halini bulsam çerçeveletip duvarıma asabilirim aslında... O kadar sevdim bu kapağı...
Adamın bakışlarındaki ve bedenindeki duygusuzluğa inat, kadının sevgi dolu sarılışı.... Yüzü ve bakışları mahçup... Ve arkadaki karga... Neden karga acaba? Gibi gibi işte.... Ben daha çok seyredip hayal kurarım bu kitap kapağıyla...

Çeşitli meslekteki, huydaki, görüntüdeki adamların karısı olmak nasıldır acaba ? Kitap bu seyirde ilerliyor... Kısa kısa hikayeler...
Kimi sayfada tornacının karısı, kimi sayfada yaşlı bir adamın karısı, belki de bir tüccarın karısı... Anlatmış karısı olma hallerini tüm açıklığıyla Hatice Meryem..

Hikaye kitaplarını okumayı çok sevmiyorum ben aslında, ama bu hikayeler de bir bütünlük var... Hep eş olma, kadın olma halleri... Bazısı kelebek gibi özgür bir ruhda, bazısı yedi kat zindana zincirli...

Çoğu o kadar gerçek ki...

Bak ben bunu tanıyorum diyeceğin o kadar çok kadın, o kadar çok erkek var ki...

Bazen usul usul gülümsediğim, bazen kahkaha attığım, bazen tüüü suratına dediğim...

En çok sevdiklerim ince ruhlu adamın karısıyla, marangozun karısı oldu benim... Demiryolcunun karısı çok anlamlıydı mesela...

Kitapta ne sevmedim değil de ne olmasaydı dediğim şeyler ise;
Mesela "Cavit'miş kocamın adı... Cemal'miş kocamın adı..." cümleleri battı... O adamların isme ihtiyacı yoktu aslında... Hadi bir ismi var, ismiyle geçen bir anlatım bana yeterdi mesela...

Fazlaca -mış, -müş kullanımı belli bir süre sonra yoruyor... Yani beni yordu, konuyu genellemiyim... Faraza etkisinden bazen kurtulmak bana da kitaba da daha iyi gelecekti düşüncesindeyim...

Kitabın sonlarında "ben babamın karısı olsaydım eğer..." diye bir bölüm var... Kastettiği şey farklı ama, o başlama cümlesini sevmedim... Yaraladı beni, hikayeyi de eğreti okudum zaten... Anlatılmak istenen keşke farklı bir başlangıçla verilseydi dedim...

Hatice Meryem ne anlatmak istiyorsa çok da güzel anlatıyor yazım diliyle aslında ama çokça da uzun cümle kullanmış bu kitabında... Dili böyle midir hep bilemiyorum, diğer kitaplarını okumadığım için... Birbiri ardına dizilmiş anlamlar, uzun uzun kelimeler bazen yorabiliyor beni... Hatice Meryem'de sanırım bunu çok kullanıyor...

Her  ne olursa olsun tavsiye edebileceğim kitaplar arasına girdi "Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun"...  Kısalı uzunlu hikayeleri sevip özümseyeceğinizi düşünüyorum.

Denk gelirseniz mutlaka okuyun :)


Ve olmazsa olmazım; altı çizili cümlelerim....

* Evliliğinden, kocasını gencecik yaşta yitirip yapayalnız, bir başına kaldığından, kadın kısmının hem yüreğinin hem de yatağının boş kalmasının şeytanı dürteceğinden uzun uzun bahseder, sonunda:
" A kızım, sinek kadar kocan olsun, başında bulunsun; sinek kadar olsun ama olsun," der, nihayet çeker giderdi.

* Yemek pişirirken kadın da ocak başında yemekle beraber pişmelidir.

* Zehrini her defasında çatallı dilinden korkmadan emdiğim bu yılan gencini evde beslediğimi bizi tanıyan, yolda gören herkes bilir, acır ve şöyle söylerlerdi arkamızdan: "Doğaya aykırı bu birliktelik!"

* Ben ince ruhlu bir adamın karısı olsaydım eğer... muhtemelen ben de hali, tavrı, duruşu, oturuşu pek narin, pek ince bir kadın olurdum. Karşılıklı inceliklerle geçen ömrümüzün bir vaktinde onulmaz bir hastalığa tutulurdum ve ömrüm bedbaht bir kadınınkine benzerdi ansızın.

* O, tuvalete yalnızca ellerimi sabunlamak için girdiğimi düşünür, asla ve kat'a büyük abdest yapmayacağım, bu aşağılık faaliyetle katiyen iştigal etmeyeceğim fikrine büyük bir sadakatle bağlı kalırdı. Tabii kabahatin çoğu bende olurdu; karşılaştığımız ve kalbimin kalbine çengelli iğneyle tutturulduğu o ilk günden ta bugüne kadar bir kere bile yanından kalkıp tuvalete gitmeyen, durmadan bağırsaklarını sıkan, gitmek zorunda kalsa bile insan dışkısı değil de ne bileyim bir arının bal yapması gibi tertemiz, mis kokulu bir şey çıkardığıma artık her ikimizde de yer etmiş olan ortak inancı pekiştirmek için camları her daim açık tutarak havalandıran, tüm parfümlerle tuvaleti evin en nezih köşesi haline getiren ben olduğumdan, tabii olarak kabahat bende olurdu.

* Meğer ki hayat, "mavigözlüdev" işçi kocam, ben ve çocuklarım, bir de bütün dünyanın karabahtlı ezilmişleri için sırt sırta oynanan hayatta ve ayakta kalabilme oyunuymuş bir tür; bunu bilir bunu söylerdim, bir işçinin karısı olsaydım eğer.

* İlk evliliğinin yalnızca bir yazgı olduğuna inandırırdım onu; yoksa yaşadıklarına yalnızca kendi aklının sebep olduğunu yüzüne vurarak ezim ezim ezilmesine dayanamazdım.

* Ben bir demiryolcunun karısı olsaydım eğer, rahmetli Atatürk'ün vagon penceresinden el salladığı o güzel, o iyi, o umutveren pozun aynısını çoluk çocuk, tek tek çektirmeyi, çerçeveletip oturma odasının duvarına asmayı isterdim en çok.

* Bir tüccarın karısı olsaydım eğer, hem taşınabilir hem taşınamaz bir sürü dünya malım olsun isterdim. Elbet bir gün beni benden kırk yaş küçük bir kızla aldatacağı gün geldiğinde, şu yeryüzünde sevgisizliğin yerini doldurabilecek tek şey olan param olsun diye.

* Emekli olduğu gün kocamın bedenine atılan sıkıntı tohumu adeta gövdesinde yeşermiş, dal budak salmış yetişkin bir ağaç olurdu zamanla.

*... geçmişteki heybetli günleri üzerine artık kendi aralarında laflayan memelerime, ....

* Neyse, benim şopar, ay gibi iki kızı bi koşu suyoluna gidip işer gibi rahatçacık doğurmamdan öyle bir gönenmiş ki, adeta beni mükafatlandırmak istercesine doğru nüfus müdürlüğüne koşmuş; bizim adette öyle hemen nüfusa koşulmazmış, birkaç ay beklenirmiş, öyle ya bebek yaşar mı ölür mü, boşuna resmi işlerle uğraşmayalım diye;  ama benim şopar beni öyle ormanların aslan anası gibi ağırbaşlı doğum yaparken görünce sevinçten ne yapacağını şaşırıp kendisini nüfus müdürlüğüne atmış işte. Kime söylesem inanmaz; heceleyerek okuduğum isim hanelerinde Zerrinbir Yılmaz, Zerriniki Yılmaz yazan nüfus cüzdanına bakarken kaçırmışım birkaç damlayı küloduma.

* Hayretle anlardım; yaşlılık, insanın etinin yerini öğrenmesiymiş.


Viewing all articles
Browse latest Browse all 837