Bu hafta izlediklerimi ancak şimdi yazıp bitirebildim. İzlenecek 6 filmim daha kaldı listeden.
Onları da bu hafta izleyip bitiririm diye düşünüyorum.
Bu sene daha hızlı ilerledim.
Geçen sene son günlere kalmıştı bazı filmler....
Çok azimli gördüm kendimi :)))
Mutlu bir Pazar diliyorum herkese ♥
CAPTAIN FANTASTIC / KAPTAN FANTASTİK (2016)
Tek adaylığı mevcut; Viggo Mortensen ile en iyi erkek oyuncu dalında...
Bu filmi birçok kez görmüş ve hiç de izlemeyi düşünmemiştim. Ne zaman ki
Esra'nın yorumunu okudum, Şebo bu filmi izle dedim ve listeye aldım. Zamanı geldiğinde izlenecekti. Sonradan bir de ne göreyim oscar adaylarında yerini almış... Afişinin gözüme gözüme girmesi erken izlemem gerektiğindenmiş demek ki :)
Nedense bu film bende ön yargılı olarak absürt komedi gibi gelmişti, neden bilmiyorum. Konusunu okumaya da hiç yeltenmemiştim. Esra ile birlikte farklı bir konu olduğunu fark edince konunun hatırına izlemek istemiştim. Daha erken izlemeliymişim ama....
Pasifik ormanlarında 6 çocuğu ile birlikte yaşayan bir babanın hikayesi... Kapitalist düzenden uzak, hafif hippi, hafif vahşi, kendine has kurallarıyla, geleneksellikten uzak bir yaşam tarzıyla... Aslında bu baba Ben (Viggo Mortensen) ile eşi Leslie'nin kendi doğrularıyla seçtikleri bir yaşam tarzı... Fakat Leslie'nin ölümünden sonra olaylar biraz karışıyor, dengeler değişiyor... Konuyu böyle özetleyebilirim...
Bundan sonrası spoiler içerebilir, lütfen dikkat...Filmi izlerken ne hissettiğimi anlatabilmem için bazı olayları da aktarmam gerekiyor.
İlk önce girişten başlamak istiyorum. Bir av sahnesi... En büyük erkek çocuk Bo'nun erkek olmasını kendilerince kutsamaları çok kanlıydı... Madem yapacaklar yumuşatabilirlerdi bunu.... Benim için tamamen gereksiz bir sahneydi... Hemen akabinde toparlanmış allahtan...
6 tane pırıl pırıl çocuk, hepsi birbirinden farklı özellikte... Çok samimi ve oyunculuklarıyla çok doğallardı... Hele iki tane minik beni benden aldı :))))
Baba Ben çocukları bedenen eğittiği gibi, kültürel anlamda da geliştirmeye çalışıyor. Yanan ateşin başında kitap okudukları bir sahne vardı ki hayran hayran izledim... Okudukları kitaplar, hedefleri, yaptıkları müzik, birbirleriyle uyumları... Evde yapmaya çalıştığım ama ne yazık ki ama, offff cümlelerini duyarak bezdiğim okuma saatlerinin verdiği özlem de bu hayranlık sebebinin kaynağı olabilir :)))
Hepimiz dönem dönem sakin bir kasabaya yerleşmek istiyoruz. Domateslerimizi ellerimizle toplamak, sakinlik içerisinde ayaklarımızı uzatıp kitabımızı okumak, trafikten uzak sakin sakin dolaşabilmek, çocuklarımızı bize dayatılan eğitim sisteminden kaçırmak... Film biraz da konuyu buradan ele alsa da ormanın ortasında tüm sosyal hayattan uzak anlatmaya çalışması "film bu ya" dedirtiyor insana sık sık...
Bunu da film kendince kanıtlıyor bir anlamda... Annesinin cenazesi için şehir hayatına indiklerinde bugüne kadar hayatı sadece kitaplardan öğrenmiş olan çocukların şaşalamaları, bocalamaları yaşadıkları ütopikliğin bir göstergesi aslında...
Mesela Bo ilk kez bir kızı öptüğünde (ki bu kızın zoruyla oluyor)yaşadığı hisleri komik ifade tarzı gülümsetse de düşündürüyor... İki bıcırığın kilolu insanlara hayretle bakışları, şaşırmaları var... Daha da sayabilirim aslında....
Bunun dışında baba Ben rolüyle izlediğimiz Viggo Mortensen'in bu filmde oyunculuğunu çok sevdim... Anne öldükten sonra çocukları ile yaşadığı karmaşayı, duygu geçişlerini o kadar güzel yansıtmış ki... Bocalamasını, yol aramasını, çaresizliğini onunla birlikte an be an hissettim.... Sevginin çokluğu bazen karşımızdaki için doğru kararlar aldığımız ve alacağımız anlamına gelmiyor...
Bir sahne var, çocuklar cinsellikle ilgili soru soruyorlar... Oradaki yaklaşım tarzını çok sevdim... Daha, daha, daha diye büyük bir açlıkla soru soran çocuğa bıkmadan, usanmadan, tepki vermeden, doğallıkla aktarması takdire şayandı... Ki bu sahnede Oytun'un kulaklarını dikip pür dikkat dinlemesi, benimkinin de bu açıklamalara ihtiyacı olduğunu gösteriyordu ahahaaaaa :))))
Kurgu açısından bazı kopukluklar olsa da filmin geneline baktığım zaman bundan çok da rahatsız olmadım.
Özellikle izlediğim gün zannedersem aşırı anaç algılarım ve ağlama potansiyelimin yüksek olması sebebiyetiyle deliler gibi ağladım da diyebilirim :))) Bu filmin neresine ağladın demeyin sakın bana...
Aşırı ütopikliğinin sebeplerini daha net algılmak isterdim aslında...
Herşeye rağmen ben bu filmi ÇOOOKKKK SEEEVVDDDİİİİİMMMM, ve mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada ufak bir not da iliştireyim hemen, ben bu filmi Oytun ile izledim. Bazı sahneler de oldukça fazla küfür vardı. Biz bir şekilde bu konuyu es geçtik ama hassasiyetiniz varsa bu konuda dikkat etmenizi öneririm. Şunu da belirtmek isterim ki Oytun bu filmi çok sevdi ve film hakkında konuşmak ihtiyacını hissetti... Bu filmin bizim için böyle bir özelliği de oldu :) Oturduk karşılıklı filmi konuştuk ♥
MOONLIGHT / AY IŞIĞI (2016)
Bu sene oscarlarında 8 adaylığı mevcut; en iyi film, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yönetmen, uyarlama senaryo, kurgu, görüntü yönetimi ve özgün müzik dallarında.
Filmde zenci bir çocuğun 3 evresi anlatılıyor. Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik... Aralarında esler verilerek dönemsel geçiş sağlanmış.
Annesiyle (Naomie Harris) birlikte yaşayan sessiz, sakin, oldukça da bastırılmış bir karakter Chiron. Okul döneminde yaşıtlarından gördüğü baskıyla beraber annesinin de kötü yaşam tarzı birleşince zor dönemlerden geçiyor. Tesadüfi karşılaştığı Juan (Mahershala Ali) 'ın kendisine gösterdiği sıcaklık aralarında güzel yakınlaşmalara sebep oluyor.
Ergenlik döneminde cinsel kimlik arayışını da kısmi olarak görüyoruz Chiron'un. İma edilip geçiliyor sadece... Filmin sonlarına doğru tercihleri ile ilgili seçimlerini görüyoruz ki bu konu çok daha etkin bir şekilde işlenebilirdi diye düşünüyorum. Biraz daha cesaretli bir anlatım bekledim.
Juan aslında uyuşturucu satıcısı fakat diğer yanda insani ilişkileri pozitif ve doğru imgesi kullanılmış. Kötünün içindeki iyiyi göstermeye çalışmışlar bir anlamda. Karakteri yorumlaması hoşuma gitti Mahershala Ali'nin. Ki bu da en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında adaylık getirmiş kendisine.
Filmde en sevdiğim şey üç evrede de çocuğu üç ayrı oyuncunun bir bütünlükle taşımasıydı. Çocuğun yol aldığı değişimi, yaşadığı travmalarla yoğurarak bir sonraki kimlik geçişini çok iyi aktarmışlar.
Çok hızlı ilerleyen bir film olmamasına rağmen, evrelerdeki uzunluk tam yerindeydi. Sıkılmanıza müsaade etmeden yeni evreye aktarıp dikkati yeniden toplamayı başarmışlar....
İlk evre kesinlikle en sevdiğim oldu. Acitasyon yapmadan çocuğun duygularını çok iyi aktarmışlar.
Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVDDDİİİİMMM, psikolojik filmlerden hoşlanıyorsanız izlemenizi tavsiye ederim.